Toros Kurbağası Neden Tehlikede? Bir Edebiyatçının Doğayla Sessiz Diyaloğu
Kelimenin gücü, bazen bir ormanı koruyabilir, bazen bir nehri yeniden doğurabilir. Edebiyatın büyüsü, yalnızca insanın iç dünyasını değil, çevresindeki her canlıyı da görünür kılma yeteneğinde saklıdır. Toros kurbağası — sessiz, görünmez ve küçücük bir varlık — bu kelimelerin korumasına en çok ihtiyaç duyanlardan biri. Çünkü insanın kalemle kurduğu dünya, bazen doğanın ritmini unutturarak onu susturabiliyor. Bu yazı, bir türün değil, bir hikâyenin — insanla doğa arasındaki ince bağın — kayboluşunu edebiyatın aynasından anlatıyor.
Bir Karakter Olarak Toros Kurbağası
Toros kurbağası (Rana holtzi), Anadolu’nun yüksek dağ göllerinde, Torosların sisli doruklarında yaşayan endemik bir türdür. Ancak onu sadece bir “biyolojik varlık” olarak görmek eksik kalır. Edebiyatın gözünden bakıldığında o, tıpkı Sabahattin Ali’nin yalnız köylüleri, Orhan Kemal’in yoksul işçileri, Yaşar Kemal’in dağları kadar yalnızdır. Sazların arasında saklanan bu kurbağa, Anadolu’nun kaybolan sesidir. O, insanın doğayla kurduğu bağın artık bir masal kadar uzaklaştığının sembolüdür.
Bir zamanlar, gökyüzünün altında yankılanan vıraklamalar bir tür doğa müziği gibiydi. Şimdi o sesler, sanki yazgısına terk edilmiş bir roman kahramanı gibi susmuş durumda. Tıpkı Tanpınar’ın “Zamanın içinden akan su”suna benzer biçimde, Toros kurbağasının yaşamı da zamanın yavaş yavaş aşındırdığı bir hikâyeye dönüşüyor.
Doğa, Edebiyat ve Sessizliğin Sembolü
Edebiyat tarihine baktığımızda, doğa çoğu zaman insanın içsel aynası olmuştur. Thoreau’nun Walden Gölü’nde aradığı dinginlik, Yaşar Kemal’in Çukurova’sında yankılanan doğa tutkusu, hatta Didem Madak’ın şiirlerindeki narin imgeler… Hepsi doğanın, insanın ruhsal coğrafyasındaki yerini anlatır. Fakat bugün, Toros kurbağası gibi türlerin tehlikede oluşu, bu edebi temaların arka planında giderek büyüyen bir sessizliği işaret ediyor. Çünkü sessiz doğa, susturulmuş bir dildir. Ve dil sustuğunda, edebiyat da eksilir.
Toros Kurbağası Neden Tehlikede?
Toros kurbağasının yaşam alanları giderek daralıyor. Küresel ısınma, su kaynaklarının kuruması, tarımsal kimyasallar ve kontrolsüz turizm, onun doğal yaşam döngüsünü tehdit ediyor. Göllerin su seviyesi düştükçe, larvaların gelişim süresi tamamlanamıyor; iklimdeki küçük bir değişiklik bile bu türün yaşam döngüsünü kırıyor. İnsan eliyle yaratılan her müdahale, doğanın küçük bir hikâyesini silip götürüyor. Toros kurbağası, aslında bir ekosistemin dili. Onun kayboluşu, sadece bir türün ölümü değil, bir anlatının — doğanın anlatısının — kesilmesidir.
Edebi Bir Perspektiften Kayboluşun Alegorisi
Toros kurbağasının hikâyesi, modern insanın yalnızlığı ve doğadan kopuşu üzerine yazılmış bir alegori gibidir. Tıpkı Kafka’nın Gregor Samsa’sının bir sabah böceğe dönüşmesi gibi, insan da farkında olmadan bir tür metamorfoz geçiriyor: Doğayı seven canlıdan, onu tüketen bir varlığa. Kurbağanın kayboluşu, insanın kendi yankısının da kayboluşudur.
Bu bağlamda Toros kurbağası, edebiyatın “yitip giden masumiyet” temasının güncel bir yansımasıdır. Masumiyet, yalnızca bireyin değil, doğanın da kaybolan bir niteliğidir artık. Bir gölün sularında yankılanan son vıraklama sesi, belki de medeniyetin son şiir dizesi olarak kalacaktır.
Yeniden Yazılabilir Bir Hikâye Mümkün mü?
Edebiyat, kaybolan şeyleri hatırlatmanın bir yoludur. Her kelime, bir izdir. Eğer Toros kurbağasının hikâyesini anlatmaya devam edersek, belki doğanın sesi bir kez daha duyulur. İnsan kalemiyle yok ettiği şeyi, yine kelimeleriyle onarabilir. Tıpkı Yaşar Kemal’in “İnce Memed”iyle adalet arayışını, Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ıyla insanın kırılganlığını yeniden kurduğu gibi, biz de doğayı yeniden kurabiliriz. Çünkü anlatmak, var etmektir.
Okura Çağrı: Edebiyatın Doğayla Buluştuğu Nokta
Bu yazı, sadece bir bilgilendirme değil, bir çağrıdır. Toros kurbağası üzerine düşünmek, aslında insanın kendini yeniden yazma çabasıdır. Siz de kendi edebi çağrışımlarınızı, doğanın sessiz hikâyeleriyle birleştirip paylaşın. Belki de bir yorumunuz, bir kurbağanın yeniden duyulan sesine dönüşür.
Sonuç: Edebiyatın Ekolojik Sorumluluğu
Edebiyat, yalnızca insanı değil, tüm canlıları kapsar. Toros kurbağasının hikâyesi, bu dünyada her sesin, her nefesin bir hikâye olduğunu hatırlatır. Eğer biz bu hikâyeyi kaybedersek, sadece bir türü değil, kendi dilimizin yankısını da kaybederiz. Doğanın sesi, insanın vicdanıdır.